Giro d'Italia 101...





20. etap bitti. Kanaldan çıktım, Metrobüste Giro’yu düşünüyorum. Sistematik değil düşüncülerim, uçuşuyorlar. Aklıma cümleler, görüntüler geliyor. Yorulmuşum. Yaş mı ilerledi (eh yani!), yayın saatleri mi uzadı? İkinci hafta, Arda’nın Pharmaton’una yüklendim enerji için. Fakat ayı gibi yemeye başlayınca kestim. Gerek yok, zaten yorgunluktan sabahları bisiklete bile binemiyorum, bir de tıkınıp kilo almaya gerek yok. Eve geldim, baldızla kayınbirader gelmişler. 45 dakikalık yeni araba sohbetinde iki kadeh şarap içtim ama “cruise control” kadar bile işe yaramadı. Beefeater’la devam. Bir yandan da valiz yapıyorum, sabah 6:00’da uçak var. 

Kafamda Froomie, Yates, Pinot ve Pozzovivo. 18-19-20. etapları tekrar hatırlamaya, kafamda özet geçmeye çalışıyorum. 19 diğerlerini gölgeliyor. 18’in son 2km’sini, 20'yi ise daha birkaç saat önce bittiği için çok iyi hatırlıyorum. 19 ise kocaman ve korkutucu bir hayvan gibi gözlerimin içine bakıyor, diğerleri hafızamın uzak köşelerine kaçıyorlar. Froome'un atağını anımsadıkça, erkeklerin birbiri için söylediği en iğrenç takdir sözleri sırayla dilimin ucuna geliyorlar. 

Yıllar evvel bir yazıda Lance için “Damatım olmasını istemem” demiştim. Chris Froome öyle değil. Bisiklete binmediği zaman tebessümü dudağının kenarında hazır, çok nazik ve zarif bir insan.Yumuşak bir sesle, insanların gözünün içine bakarak konuşuyor. Zart zurt çekmeyen, düşünceli ve iyi bir koca olurdu kızıma sanırım. Maalesef bisiklet üstünde onu seyretmekten çok keyif almıyorum. Stili çok çirkin. Kolları, bir eklem hastalığı varmışçasına, acayip bir açıyla dirseklerden kırık. Selesi alçak gibi. Yüksek kadans çeviren bacakları incecik. Zorlandıkça kafası iki yana sallanıp duruyor. Hep önüne bakıyor. Onu seyretmek neredeyse acı veriyor. Froome'un vücut yapısına en uygun aktivite, öten kuşlardan başka ses duyulmayan bir nehir kenarında, ulu ağaçların gölgesinde olta sallamakmış gibi duruyor. Bisiklet o vücuda yakışmıyor. 45 yaşından sonra bisiklete binmeye başladığımda, seyrettiğim şampiyonlardan kaptığım tek şey stil olmuştu. Vücut ve kafa oynamayacak, kollar hafif kırık ama omuz, dirsek ve bilek aynı doğru üstünde olacak, bacaklar piston gibi çalışacak. Yaştan dolayı bel artık bükülmese bile stilin düzgün olacak. Ciğer? Yok. Bacak? Yok. Ama bisikletin üstünde iyi gözükeceksin. İtalyanlar’ın dediği gibi “Fare una bella figura 

Froome diyorduk. Dün başardığı şeyi daha önce bir kere gördüm ama yalandı (Landis, TdF 2006). Öncekileri sadece okudum. Merckx, Coppi ve Bartali’nin uzun erimli ataklarla elde ettikleri zaferleri, eski zamanlara, bisikletin kadim yıllarına ait sanırdım. Orada donmuş kalmış, bugün karşılığı olmayan mucizeler olarak düşünürdüm. Zaten bu yüzden, Chris Froome Colle delle Finestre’de, finişe 80 km kala atak yaptığında “Ne yapmaya çalışıyor ki?” dedim mikrofona. Görmemiştim, bilmiyordum. Modern zamanlarda, powermetrelerin, takım radyolarının, beslenme biliminin bu kadar geliştiği bir dönemde, böyle cüretkar bir atağın başarılı olamayacağına inandırılmıştık çünkü. 

Peki Froome’a, temiz olduğuna inanıyor muyum? Açıkçası ne soru ne de cevabı çok umrumda değil. Armstrong, öncekiler ve sonrakiler bağışıklık sistemimi güçlendirdi. Kalbim kabuk bağladı ama sadece yaralanacağı taraftan. Doping haberi gelince üzülüyorum, kırılıyorum ama bisiklete küsmüyorum (mesela Türk futboluna küstüm hala affedemedim). Müthiş bir performans gördüğümde ise çocuk gibi mutlu olup, kötü haber -gelirse- gelene kadar tadını çıkarıyorum. 

Yates’e üzüldüm. Çok istedi, panache’lı yarıştı ama 25 yaşının adaleleri onu ancak 19’a kadar taşıdı. Finestre’de, o kasvetli yokuşta, daracık, karanlık ve çirkin yolda hayallerine veda etti. Maalesef bu işte oyuncu değiştirme yok, baldırım çekti yok. Utanç ve hayalkırıklığı bacaklarını her dakika ağırlaştırırken, Yates gözlüklerinin arkasına saklanmış, içinde cız eden kederini üç saat daha pedal çevirerek finişe taşıdı. Başa çıkılması, ayağa kalkması çok zor bir yıkım.  Yenildi ama çok güzel yenildi, hayran bıraktı, mutlu etti. Umarım o çocuksu neşesi çabuk geri gelir.

Tom Dumoulin düzgün atan sağlıklı bir kalp gibiydi tüm yarış. Elinden geleni yaptı tek bir kötü gün yaşamadı. Geri kaldığı günler fizyolojisinin limitlerinin yetmediği etaplardı. Bir de tabii zayıf ekibi yüzünden yarışı kaybetti. Bu takımla bu kadar. Sevgimden çok saygım var kendisine. Çabasına, soğukkanlılığına, Indurain'den gelen genlerine. 

Pinot’ya daha az üzüldüm. İlk 10 gün iyi ama akılsızca yarıştı. Bu zor yarışta bu kadar tecrübeli biri olarak kalorileri daha dikkatli harcamalıydı. Her yokuş atağına cevap verdi, her kaçışı kovaladı ama 20. Etap’ta o da fişi çekti. Kamera onu çekerken habire öksürüyordu. Hastalanmışsa bu çöküşe katlanması daha kolay olacak. Onun da limitlerini öğreniyoruz. Azamisi bu kadar gibi. Sağlık olsun. 

Müthiş güzel bir Giro oldu. İsrail’deki etapların koy götüne rahvan gitsin fakat diğerleri tek tek harikaydı. Berkem’le sadece 2 etap sıkıldık sanırım. Biri Necef Çölü, diğeri Praia a Mare finişiydi. Galiba... Emin değilim. İkici haftayı ve son 3 etabı yüreğimiz ağzımızda seyrettik, anlattık. Fransa Turu bu kadar tantanalı geçmiyor kabul edelim. 

Tahminlerimin çoğu tutmadı. Yarış öncesi 39x53’te 1. Pinot 2. Tom D. 3. Froome demiştim. Götümden sallamışım. Froome’un çok güçlü olduğunu biliyordum ama ilahi adalet uyarınca kazanamayacağına inanıyordum. Halbuki ilahi diye bir adalet yok, insanların yapıp bozduğu bir şey o. Bu kez adaleti Froome bozdu demek istiyorum ama diyemiyorum. Doğru olmaz çünkü. Yasal olarak bu yarışa katılmaya hakkı vardı, katıldı ve bileğinin hakkıyla kazandı. Hayranlık duyuyorum ama, saygı ve sevgi için ısrar etmeyin.

Artık bisiklete binmeye gidiyorum. Ciğer yok, bacak yok, stil tam. Froome ders alsın! Kızımla da asla evlenmeye kalkmasın!


Yorumlar